April 28, 2024

7 Ekim sabahının erken saatlerinde, Yahudiler için Yom Kippur bayramı sürerken ve Şabat günü, HAMAS, tüm dünyayı hayrete ve dehşete düşüren bir saldırı başlattı. İsrail’in içlerine sızan HAMAS militanları, asker ve sivil çok sayıda kişiyi öldürdü ve pek çoğunu da esir aldı. Bu saldırılarda, sivillere yönelik vahşet görüntüleri çok büyük bir şok, sarsıntı ve öfke yarattı.

İsrail Başbakanı, Benyamin Netanyahu, iktidarında sıkıntılı günler yaşarken, HAMAS saldırıları sonrasında hem İsrail halkını hem de muhaliflerini konsolide ederek, ulusal birlik hükümeti kurulması noktasında da insiyatif aldı. Önceleri, 800’leri bulan kayıplar, şimdiden 1.200’i geçmiş durumda. Bu İsrail tarihinde görülmemiş bir olay.

İsrail, önce kontrolü ele aldı sonrasında da saldırıya karşı en şiddetli cevabı vermek için karşı saldırıya başladı. Bu satırları yazarken, İsrail, kara harekatına başlamadan önce, Gazze’nin kuzeyindeki Filistinlilere, bölgeyi boşaltın, uyarısı yapmış ve tanklarıyla askerleriyle, sınırda bekliyor.

Cumartesi günü saldırılara dair ilk görüntüler, bizzat HAMAS militanları tarafından, sosyal medyadan servis edilirken, Gazze’de sevinç gösterileri yapıldığını, öldürülen İsrailli asker ve sivillerin, cansız bedenlerinin linç edildiğini, yerlerde sürüklendiğini gördük.

İsrail, bölgede silah gücüyle varlığını sürdüren bir devlet. Başta Filistin olmak üzere, Arap ve müslüman ülkelerde, İsrail varlığı tanınan bir devletten çok, varlığına tahammül edilen bir devlet konumunda. Kendisine yönelik saldırılara verdiği, çoğu zaman orantısız cevaplarla da bir caydırıcılık inşa etmiştir. Saldırı altında, acı çeken bir İsrail görüntüsü, düşmanlarını sevindirip, zafer çığlıkları attırmıştır. Ancak, sınırlı gücü olan HAMAS’ın, bu vahim saldırısı, ilk başta İsrail halkını ve devletini şok etmiş olsa da asıl büyük zararı, Filistin halkına vereceği de sır değildir. İşin bu noktaya geleceğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yoktur. HAMAS’ın şiddetli ve ağır kayıplar verdirdiği saldırılardan sonra, Israil’in bugüne kadar ki, pratiğini düşünürseniz, çok ağır ve orantısız bir karşılık vereceği açıktır.

Uluslararası ilişkilerde en eski ve en geçerli teori, REALİST TEORİDİR. Devletler, güçleri oranında hareket kabiliyetine sahiptirler ve uluslararası kurum ve kuruluşların ne dediklerine pek dikkat etmezler. Uluslararası hukuk kuralları sadece yapılacak eylemlerin kılıfı olarak işe yarıyorsa değerlidir. İsrail açısından, askerlerine ve halkın yönelik bir terör saldırısı meydan gelmiştir. Bu saldırıya cevap verecektir. Bu cevabı verirken de bugüne kadar görüldüğü gibi her zamankinden sert olacaktır. Gerçekçi olmak gerekirse, İsrail’i dizginleyebilecek tek güç ABD’dir. Ancak, o da Israil’e açık çek vermiştir.

İsrail, BM kararlarını pek uymasa da BM üyesi bir devlettir. Savaş ve terörle yaşamaya da alışık bir ülkedir. HAMAS ise kuruluşundaki spekülasyonları bir tarafa bırakırsak, bir örgüt ve şiddete başvurmaktan kaçınmayacağını, bütün dünyaya ayan beyan göstermiştir. Bu durumda, terör saldırılarının ve savaşın en ağır bedeli, Gazze’de yaşayan Filistinliler ödeyecektir.

Dünya devletleri, kendi politik çıkarlarına göre pozisyon almış durumdalar. ABD ve batı devletleri İsrail’in arkasında. Asya’dan da ciddi destek veren ülkeler var. HAMAS’ın arkasında ise İran ve bazı Arap devletleri ve Hizbullah gibi örgütler var. Ancak, Rusya ve Çin de geri planda da olsa, doğal olarak ABD ve İsrail’in karşısındadırlar.

Bu şartlar altında, Türkiye nerede duracaktır? Türkiye ve müttefikler arasında son yıllarda ayyuka çıkan karşılıklı güvensizlik iklimi, Türkiye’yi pozisyon almakta zorlamakta ve itidalli davranmasına neden olmaktadır. Türkiye, hem terörü kınarken hem de İsrail’in orantısız güç kullanmasına karşı söylem içindedir. Bu da anlaşılabilir. Ancak, savaşın ve çatışmanın genişlemesi ihtimalinde, Türkiye bir tarafta olmaya mecbur kalabilir.

Teşbihte hata olmaz. Türkiye, aklı ile duyguları arasında kalmış bir durumdadır. Akıl, normalleşen Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin daha ileri gitmesini gerektirir. Zira, bölgede Türkiye-İsrail arasındaki ortaklık, iki ülke açısından da yaşamsaldır. Bu işbirliği, Karabağ savaşında olduğu gibi olumlu sonuçlar doğurur. Karabağ savaşında, Azerbaycan-İsrail-Türkiye, beraber hareket etmişlerdir. Türkiye de İsrail gibi terör saldırılarının hedefi olan bir ülkedir. Daha yeni Suriye sınırları içinde, PKK-YPG teröristlerine karşı operasyon yapmıştır. Askeri savunma sanayi konusunda, İsrail ile stratejik bir işbirliği olagelmiş ve Ermeni Soykırım iddiaları gibi uluslararası alanlarda, İsrail ve yahudi lobisi Türkiye’nin yanında olagelmiştir. Ancak, Türkiye müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu, siyasal islamcı bir partinin 21 yıldır iktidar olduğu bir üledir. İslam dünyasının liderliğine soyunan ve Arap ülkeleriyle yakın ilişkileri önceleyen AKP politikaları ve yıllar öncesine dayanan, daha öncesinde Türkiye’de sol örgütlerin FKÖ sevdası, siyasi islamcıların HAMAS sempatisi ile şekillenen Filistin davası da Türkiye’nin duygusal olarak o tarafta olmasına zemin hazırlamaktadır.

Tüm bunları bir tarafa bırakacak olursak, Erdoğan’ın itidalli açıklamaları değerlidir. Böyle bir krizde, Ahmet Davutoğlu gibi hayallerest bir stratejik derinlikçinin dış işleri bakanı veya başbakanı olmaması, Türkiye’yi Suriye iç savaşına bulaşmak gibi yeni bir maceraya atılmamak açısından az da olsa umutlandırıyor.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *