April 28, 2024

DEMOKRASİ KRİZİ

Türkiye ve Macaristan Karşılaştırması

Son yıllarda demokrasinin gerilediği, popülizmin yükselişe geçtiği ve buna paralel olarak dünya genelinde otoriterleşmenin arttığı yönünde ciddi tespitler ve tartışmalar, akademik çevrelerde tartışılıyor. Bu duruma dair üretilen kavram ise “Demokrasi Krizi”. Avrupa, ABD ve dünyanın geri kalanında yükselişe geçen popülist söylemli sağ, milliyetçi, muhafazakar dalga, küresel bir salgına dönüşmüş durumda. Bunun bir numaralı sebebi de kuşkusuz, liberal demokrasilerin, geniş halk kitlelerin sorunlarını çözme noktasında tıkanması, ortaya çıkan hoşnutsuzluk. Gelişmiş demokrasilerde oy vermeye katılımın ne denli düşük olduğunu zaten biliyorsunuz. Bu genel bir umutsuzluk durumunun yansımasından başka şey değil. 

Liberal demokrasilerin özgürlük ve kalkınma arasında kurduğu korelasyonun, alternatifi, tamamen totoliter ve otoriter yönetimler değil elbet ama Çin ve bazı uzak doğu tipi kalkınma modelleri, literatüre “HİBRİT MODEL” kavramını da tartışılır hale getirdi. Bu Hibrit Model’den kasıt ise yarı demokratik yarı otoriter yönetim modelleri olarak karşımıza çıkmaya başladı.

Demokrasi krizi, özellikle 2008 Finans Krizi ile iyice görünür oldu. Geniş halk kesimlerine çıkan kapitalizmin geleneksel krizlerinin faturalarını, artık ödemek istemeyen kitleler, sol partilerin de liberalleşmesi ve sağ partilerle aralarındaki farkı ortadan kaldıran politik açılımları nedeniyle, marjinal partilere yöneldi. Şimdi tartışılan konu; Demokrasinin geleceği nasıl olacak? Sağ popülist yükseliş, demokrasinin sonunu getirecek mi? Bu sorulara yanıt vermek zor olsa da Türkiye ve Macaristan örnekleri üzerinden, bu makalede  en azından doğru soruları gündeme getirmeyi umuyorum. 

DEMOKRASİ, BİR İLÜZYON MU?

Demokrasi, özgürlükler arasındaki en ideal formül ve en iyi örnek, AB’dir. AB, özgürlüklerle ekonomik refah arasındaki ilişkinin en başarılı örneğidir. Ancak, hem AB hem de demokrasinin bayraktarlığını yapan ABD, demokrasinin yayılması konusunda samimiyet testinden kalmış durumdalar. ABD’nin ve müttefiklerinin Irak’a demokrasi götürme vaatleri ve gerçekte yaşananlar, dünyanın gözü önünde yaşandı. Afganistan ve Ukrayna gibi örnekler de batının sınıfta kaldığı diğer örnekler oldu. Batı, demokrasiyi yayma iddiasında samimi olmadığını, ortadoğunun otoriter ve anti demokratik hükümetlerine verdiği çıkar amaçlı destekler de demokratikleşme konusundaki tezlerinin inandırıcılığını tamamen yok etti. Demokrasiye olan inancı ve demokrasinin moral üstünlüğü erozyona uğrattı. 

Fredom House raporlarına göre, dünya genelinde özgürlükleri değerlendiren Dünyada Özgürlük 2019 (Democracy in Retreat) (Gerileyen Demokrasi) raporu (www.freedomhouse.org), dünyada hemen her bölgeden ülkede demokrasinin gerilemekte olduğuna işaret ediyor. 195 ülke ve 15 bölge için inceleyen 2020 yılı raporu (Dünyada Özgülük: Demokrasi için Lidersiz Bir Mücadele) ülkeleri siyasal çoğulculuk ve katılım, hükümetin işleyişi, seçim süreçleri, ifade özgürlüğü, örgütsel haklar, hukukun üstünlüğü ve bireysel haklar yönünden analiz ediyor ve özgürlük karşılaştırması yapıyor. Rapor, liberal demokrasinin ideallerinden uzaklaşıldığına ve genel
olarak bir demokrasi krizi yaşandığına vurgu yapıyor. Bu durum,  liberalizmin ölümü ve demokrasinin içinin boşaltılması olarak da değerlendiriliyor. 

Özetle, dünyada demokrasinin gerilemesi, popülizmin yükselişi ve yumuşak otoriterlik veya görünürde demokratik ama uygulamada otoriter yönetimler, HİBRİT REJİMLER’in pratik sonuç odaklı yükselişi yadsınamaz bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor ve bağımsız kuruluşların raporları da bunu destekliyor. 

Gelelim, Türkiye ve Macaristan örneklerine;

TÜRKİYE’DE 2002 GENEL SEÇİMİ;

AKP, İKTİDAR OLDU.

Türkiye Kasım 2000 ve Şubat 2001 mali krizleri sonrasında, ABD’den çağrılan Kemal Derviş ile çok sıkı bir mali disipline ve kemer sıkma politikalarına döndü. Bu riskli kararı alan ve hükümet bir koalisyon hükümetiydi ve iktidarda, Milliyetçi parti, Merkez Sağ parti ve Sosyal demokrat bir parti vardı. Büyük krizleri aşmak için acı reçeteyi uygulayan koalisyon hükümeti, halktan büyük tepki çekti. İktidardaki tüm partiler baraj altında kaldı. 2002 seçimlerinde,  omurgasını, kendi deyimleriyle, Milli Görüş gömleğini çıkaran eski Milli Görüşçüler (Siyasal İslamcı)  olsa da  1980’li yılların ANAP’ı gibi 4 eğilimi, Liberalleri, Milliyetçileri, hatta bazı Sosyal demokratları da bünyesinde barındıran, heterojen bir parti görünümündeki  AKP, büyük sürpriz yaparak tek başına iktidara geldi. %34,3 oy almasına rağmen mecliste ezici bir üstünlüğe ulaştı.

MACARİSTAN 2010 GENEL SEÇİMİ

FİDEZS, İKTİDAR OLDU.

2010 seçimine kadar, Merkez sağ ve merkez sol partilerden oluşan hükümetler, Neoliberal ekonomik politikalardan ödün vermediler. Bu da ekonomik bağımlılığı, kamu borçlarını arttırmış ve ekonomik sıkıntılarla boğuşan geniş halk kesimlerini, Victor Orban liderliğindeki, Macar Yurttaşlar Birliği- FİDEZS Partisi, Macaristan sağ partilerin birleştirilmesinden oluşuyordu. Orban, Neo-liberal politikaları sert şekilde eleştiriyor, vergileri düşüreceğini ve ekonomide devlet kontrolünü arttıracağını vaat ediyordu. Çok uluslu şirketlerin ve bankaların ekonomide etkilerini azaltmak istediğini de söylüyordu. Bu vaatleri, Orban’ı 2010 yılında, %67 oyla seçimi kazanmasını sağladı. 

ANAYASALAR DEĞİŞTİRİLİYOR,

İKTİDARLAR GÜÇLENİYOR

AKP’nin 2002 başlayan iktidarında, Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı olduğu dönem, 2002-2007 arası, Türkiye’de AKP iktidarı, AB hedefi ile hareket eden demokratikleşme, askeri vesayetin kaldırılması gibi ajandalarla, ekonomik gelişmelerle görece en başarılı dönemini yaşadı. 2007’de cumhurbaşkanı seçimlerinde yaşanan kriz ve Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olması ile başlayan süreçte, Ergenekon, Balyoz gibi siyasi davalar ve Anayasa değişiklikleri süreci de başladı. 2014’de Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra, kendi partisinden bir başbakanla bile yaşadığı kriz, darbe girişimleri ve Anayasa’da değişiklikler ve parlamenter sistemden vazgeçme ve Türk tipi başkanlık modeli ile 2023 yılına gelindiğinde, Türkiye, demokrasi liginde gerilemiş, ifade özgürlüğü ve diğer alanlarda ciddi sıkıntılar yaşar hale gelmiş ve ekonomik krize sürüklenmiştir. 

FİDEZS lideri Orban da 2013 yılında Anayasa değişikliğine gitti ve yürütmeyi güçlendirdi. Viktor Orban, bir yandan bağımsız yargıyı, basın ve akademik özgürlükleri engellemekle suçlanırken göçmen akımına karşı ülkesinin sınırlarını tel örgülerle kapatan, diğer yandan da uyguladığı sert göçmen politikası nedeniyle Avrupa’da sert eleştirilere hedef olmaktadır. 

2023 SEÇİMLERİNDE, MUHALİFLER BAŞARAMADI

Altılı Masalar, İki Ülkede de İktidarı Değiştiremedi

Bugün itibariyle, hem Türkiye hem de Macaristan, dünyada demokrasiye örnek gösterilen ülkeler konumunda değillerdir. Türkiye, ile Macaristan arasında bir benzerlik de her iki ülkenin güçlü liderleri Orban ve Erdoğan’ı sandıkta yenmek için farklı siyasi görüşteki 6 partininm bir araya gelerek ortak aday çıkarması olmuştu. Her iki ülkede de muhalefet bloğu, 6’lı masa olarak rakip oldukları iktidarı değiştirmeyi başaramadı. 

Ne Macaristan’da PETER MARKİ ZAY ne de Türkiye’de KEMAL KILIÇDAROĞLU, güçlü iktidar figürlerine dönüşen ORBAN ve ERDOĞAN’ı iktidardan indiremedi. 

FİDEZS İLE AKP

ORBAN İLE ERDOĞAN AYNI MI?

Her iki parti de popülist sağ söylemleri, vaatleri olan, kendilerinden önceki hakim düzene karşı hesaplaşma içinde olan ve halkın neoliberal politikalara duyduğu tepki dalgasıyla iktidara yürüyen partilerdir. 

FİDEZS, farklı sağ partilerin karizmatik bir lider altında birleşmesiyle, iktidar alternatifi ve iktidar olurken, AKP, milli görüş olarak ifade edilen siyasal İslamcı köklerini reddederek, merkez parti olmak iddiasıyla, yanına sosyal demokrat, liberal, Kürt unsurları da alarak muhafazakar demokrat olma iddiasıyla, Türkiye’yi AB’ye taşımak, özgürleştirmek, demokratikleştirmek ve zenginleştirmek söylemleri ve görece başarılı ilk dönem ekonomi politikalarıyla yola çıkmıştır. 

FIDEZS neo liberal ekonomi politikalarına karşı çıkarak iktidar olurken, AKP, Neo-Liberal politikaları uygulayarak görece başarılı bir ilk dönem geçirmiştir 

Her iki partide, karizmatik ve demogog liderlere sahip olup bu liderlerin popülist söylemleri ile uzun süre iktidarda kalmayı başarmışlardır. 

AKP 2015 sonrası söylem ve eylemleriyle, daha çok FİDEZS’e benzemeye başlamış ve her iki parti de liderlerinin arzu ettiği anayasal değişiklikleri gerçekleştirerek, güçlü ve tek adam etrafında şekillenen hükümet modelleri oluşturmuşlardır. 

Bu yolun sonu da kaçınılmaz olarak, muhalefetin sesinin kısılması, basın özgürlüklerinin ve demokrasinin kısılması, gerilemesi olmaktadır. Siyasal davalar, polis gücünün kullanılmasında güvenlikçi, politikaların baskın çıkması, her geçen gün daha çok daralan, bireysel ve toplumsal özgürlük olanları ile süreçler şekillenmiştir.

Hem Macaristan hem de Türkiye örnekleri, “HİBRİT” yani yarı demokratik yarı otoriterleşme eğilimli ülkeleri tanımlar. Ancak, hatırı sayılır bir demokratik geçmişe ve dahası liberal demokrasilerle siyasi ve ekonomik göbek bağına sahip Türkiye gibi ülkelerde bu durumun yani otoriter bir modelle kalkınmanın masada bir tercih olmadığı ve sürdürülemeyeceği de açıktır. Demokrasi krizinin yine demokrasi içinde, hukuk içinde çözülmesi ve toplumsal uzlaşmanın asgari paydada sağlanması olmadan ekonomik kalkınma da Türkiye için hayal olacaktır. 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *